top of page

DELİ GÜCÜK - ZİFİRNAME

Çeşitli Sanatçılar (Ed. Levent Cantek)

 

TEKS & DRUGS &

ROCK’N ROLL

Yazan: Murat Başekim

Aynı masalları dinlemelerine rağmen ötekiler hiç böyle bir şey yaşamadılar.

Novalis

Yasa, insanlarca yapılır ve onlar gibi yozlaşabilir; adalet ise mutlak ve ebedidir.

The Shadow

 

Her evde internetin olmadığı o karanlık çağlarda -2000’lerin başında- bir iş için internet kafeye gitmiştim. Oturdum. Bağlantının kurulması için yaklaşık beş dakikalık bir bekleyişe koyuldum. O esnada, ister istemez, kulağım arka masadaki bir telefon konuşmasına misafir oldu.

- Bak kızım! O herif benim soframa oturdu! Benim ekmeğimi yedi! Benim suyumu içti! Ama bana yanlış yaptı… karşıma çıkmasın, yoksa elimde kalır! Döveceğim onu!

-şen bir kıkırdama, anlaşılmaz sözler-

- Sen mi? Yok, sana dokunmam… Bizde kadına el kalkmaz!

İnternet kafede “racon kesen” bu budala kim diye dönüp baktım… 11-12 yaşlarında, siyah giyinmiş, hafif tombul bir oğlan çocuğuydu. Bir yandan fareye tık tık basıp, ekrandaki minik cücelerine piksel piksel altın toplatıp şatolar kurduğu bir oyun oynuyor, bir yandan da telefondaki kızcağıza, kendisine öğretilmiş değerlere göre tüylerini kabartmaya çabaladığı bir alfa erkek tavuskuşu dansı sergiliyordu.

Bu velet Corleone, türünün tek örneği değil. Bu taraflarda -ister Doğu deyin, ister başka bir şey- mafyacılık oynamak, külhanbeyi taklidi yapmak ve bunu fazla ciddiye almak, her yaştan ergenlerin en sevdiği oyun. Sorun şu ki, bu yapay oyuncak kimlikleri kendi üzerlerine sıkıca perçinlemek için gereken zorbalıkları da görece yapmaya hazırlar.

Örneğin Al Pacino ile Al Capone’u karıştıran ve şimdilik muhtemelen sadece ayna karşısında havalı sigara pozları talim eden bu mikro dayı, belki de bir gün, o bahsedilen üçüncü kişiye gerçekten saldıracak. Ya da her ne kadar “Onlarda kadına el kalkmasa” da, birkaç yıl sonra, telefonda etkilediği baka bir kızı gerçekten dövecek.

Çünkü ne yazık ki Şark her zaman zorbaları, romantize edilmiş suçluları sevmiştir. Zorbalar; hâlâ “belalı adam”cılık oynayan kart ergenler. Bu cinsten ebedi çocuklar her çağda vardı. Atların yerini arabalar aldı, naraların yerini cep telefonları, o kadar. Yüzde seksenden fazlası yaban bozkır olan Osmanlı Taşrası da, doğal olarak Şark öykülerinin yücelttiği zorbaların doğal üreme alanıydı (kelime oyunu tesadüfidir). Tüfekli (her oğlan çocuğunun hayalindeki doğum günü hediyesi) çeteler, tahıl kaçırma, kız kaldırma, şantaj, haraç, gasp, darp, yağma, tecavüz, cinayet ve katliam eylemleriyle tekrar tekrar kendi zalimliklerini kendilerine inandırıp, dünyaya kanıtlamak isterlerdi.

Aziz Tuna’nın 2000’lerin ortasında yarattığı Deli Gücük işte böyle bir dünyaya “doğdu”. DG’nin formülüne bakacak olursanız, yaratıcısının estetik ve edebi tercihlerinin, kahramanın fikirsel DNA’sına çeşitli ipliklerle, ölçülü bir şekilde sızdığını göreceksiniz.

Öncelikle western çizgi romanlarının en saygını olan Teks ve onun gerçekçi ve şiddet dolu Vahşi Batı’sı, DG öykülerinde bir Vahşi Doğu ya da zalim Anadolu olarak boy gösterir. Kanun ile adalet her zaman aynı ilkeleri izlemez bu dünyada ve kanundan ziyade, adalet önemlidir. Ama dürüst olalım, DG öykülerinin yanında Teks maceraları oldukça hafifsikler kalır. Bunun sebebi, Aziz Tuna’nın, DG mayasında mevcut basit bir “Western yerine Eastern” formülü ile yetinmeyerek, işin içine daha edebi aromalar da katmak istemesi. Dolayısıyla DG’nin gizli formülünde yüksek edebiyattan da izler ve izlekler bulmak hiç de zor değil.

İlk öykülerde bunlar, kahramanın doğal olarak yakın durduğu trope’lar olan Yaşar Kemal ve Kemal Tahir motifleri iken, müteakip hikâyelerde, DG kendi kurgusal doğasının bilincinde olan, meta bir karaktere, yani postmodern bir metne dönüştü.

İkinci albümdeki “Ars Longa, Vita Brevis” hikâyesini hatırlarsınız; burada Dg, Nasreddin Hoca ve Don Kişot (ya da Don Coyote… yani Tilkizade) – Sanço Panza ikilisinin yanında yürüyordu. Hikâye olduğunu bilen bir kahraman…

Ya da vampir Drakulu veya amansız intikamcı Yüzbaşı Baha’yı hatırlayın… bunların selam çaktığı ve simüle ettiği edebi arketipleri keşfetme çabası bile ayrı bir keyif.

Başka bir deyişle, tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, DG’nin ikinci ve daha gerçeküstü, neredeyse psychedelic bir boyutu daha var: bu metin, kahramanının yürüdüğü Osmanlı dünyasındaki puslu bir esrar tekkesinderastlanabilecek De Quincey-vari bir afyon yutucusu tarafından düşlenmiş, esrar dumanlarıyla yaratılmış, imgelerin, arketiplerin birbiri içine eridiği ürkütücü hayallerle dolu, “esrar”lı bir edebiyat palimpsesti adeta.

Üçüncü ve en önemli boyut se, DG kompozisyonlarının daha ilk günden itibaren, Deep Purple ya da Iron Maiden gibi bir rock’n roll grubu müzik albümü mantığı ile üretilmesi. Gerçek dünyanın sığ kısıtlamalarıyla uzlaşmak istemeyen bir grup idealist hayal gücü geniş çizgi roman meraklısı yaratıcıya, karakter, bu saf ve potansiyel dolu hali ile, tam bir güven içinde emanet edildi ve herkesin kendi istediği yöne serbestçe gitmesi mümkün kılındı. Ve bu sayede iyi, polifonik bir rock albümü gibi, yaratılar çeşitlilik gösterdi.

Gerçekçi, romantik, serüven, korku, komedi, moderin, postmodern, sürrealist tarzlarda nice cesur ve gürültülü rock “şarkı”sı dinledik DG grubundan. Hepsi ayrı lezzetliydi. Çünkü kompozisyonlar çeşitlilik gösteriyor ya da ortak akıl ile oluşturuluyordu. Ve eğer bir şarkıda, çılgın baterist biraz taşkınlık gösterip, gürültülü bir davul geçişi yapıyorsa, ya da gösterişli gitarist gitar soloyu fazla uzatıyorsa, diğer şarkılar dengeleyici bir şekilde, başka armonilerle melodiyi yakalıyordu.

Böylece Aziz Tuna’nın bestelediği orijinal DG makamının o ilk notaları da hep muhafaza edilmiş oldu; adalet ve masal.

Ama bir dakika… madem üçüncü albüme kadar gelebildik ve madem bu bir çizgi-roman albümü, o halde bir çizgi roman filmi olan Demir Adam’ın son sahnesindeki hamleyi ben de yapayım ve bu giriş yazısını benzer muziplikte şok bir ifşa ile bitireyim:

Aziz Tuna da, Deli Gücük kadar kurdu… ve aslında kendisi, Osmanlı Taşrası’ndan bile daha çorak, uçurumlu, fırtınalı, tekinsiz ve tehlikeli bir bozkır olan memleket çizgi roman piyasası yabanında yalnız ve karşılık beklemeden yürümeyi göze almış gözükara bir seyyah olan Levent Cantek.

Hepimiz adına teşekkürler, Levent Hocam.

Ankara 2013

[Kitaptan]

Deli Gücük - Zifirname

0,00₺Fiyat
  • 2013

    Sert Kapak

    Renkli, Kuşe

    220 sayfa, 16 x 24 cm

TEASER

BU KİTAPLARA DA GÖZ ATMAK İSTEYEBİLİRSİNİZ